8 Kasım 2010 Pazartesi

Prenses


Prenses isimli bi arkadaşım vardı. ben O'na bu ismi takmıştım. prenses gibiydi çünkü. 5 kız yanyana gelsek, aramızdan O seçilirdi hemen. çok güzel, çok narin, çok hanım, çok başka, başka bi tılsımı vardı işte O'nun ne biliim. Ama sürekli mutsuzdu, tedirgindi. yaşadıkları asla O'nu tatmin etmezdi. Ailesi ile yaşar, arkadaşında bile kalmasına müsaade edilmezdi.

camdan bi fanusta büyümüştü o. elleri ayakları bembeyaz, tırnakları her zaman kırmızı ojeliydi. çok ciks dururdu, çok klas. pamuklara sarmışsın da yanımızda oturuyor gibi hissederdim ben hep. bi yumurta kırmayı bile, parmak uçlarıyla ağır ağır yapardı. yarım saate, bir yumurta yani.. yemek yerken de karnı guruldasa dahi, acelesi asla yoktu. o kadar sakindi ki, yanındakini esir alırdı bu tavrı. az konuşurdu. çok dinlerdi. iyi dinlerdi. anlardı. O'na kendimi anlatmak dünyanın en güzel şeylerinden biriydi. anlaşıldığını bilmek, muazzam bi duyguydu. yaşadıklarıma empati kurardı, güzel gözleri dolardı. o zevkli kıyafetlerin içinde, o kırmızı ojelerle, o tüm bizden ayrı edasıyla nasıl olurdu da beni anlardı, aynı yolda yürümüşüz gibi, taa kalbime dokunurdu. imkansızı başardığımı mı hissederdim bilmiyorum ama O'nunla konuşmalarımı ben hep seans olarak nitelendirirdim. iyilik, güzellik seansı. bazen giydiklerinden feyz alırdım. bazen duruşundan. beni hep derinden etkileyip giderdi.

bir sevgilisi yoktu Prenses'in. olamıyordu. işyerime gelip gelip ağlıyordu Prenses. psikoloğuna gidiyordu sürekli. ordan çıkıp benim yanıma.. Bıraktığı antidepresanlara tekrar başlamıştı. teselli edemiyordum O'nu, ne desem anlamsız kalıyordu, ne söylesem boş. duymak istedikleri başkaydı belki, ya da içinin naifliğini bildiğimden, dahasına ihtiyacı var diye kendi kendimi paralıyordum kimbilir. ben O'nu teselli edemezdim ki hem, yanında bi can istiyodu, bi omuz, bi sevda.

Neden erkekler tüm bu saydıklarıma rağmen O'na ilgi duymuyordu, neden beğenmiyorlardı Prensesi? bi gün isyan etti, hıçkırarak ağlamaya başladı. aynı anda tüm olanlara hesap soruyordu. Prenses kabuğunu kırmıştı. ağlıyordu hüngür hüngür. tüm erkeklere, tüm hoşlandığı o uzun saçlı çocuklara hesap soruyodu. kalakalmıştım. "bak Prenses, bi gün 'yarın' dedikleri o erkeği bulacaksın, gittikçe yaklaşıyorsun. hergün bişey öğreniyosun. Sen çok güzelsin, çok özelsin. zekisin. farklısın. fazla hassassın. seçicisin. ulaşılmaz gibi duruyosun bazen belki. seni tanımayan biri için fazla soğuksun, ulaşılmaz. ben herşeyimle tamamım, mükemmelim, senin beni haketmeni bekliyorum gibi tavrın var. elinde değil bu biliyorum ama bu sensin. sen böyle güzelsin. ve emin ol, tüm bunlarla birgün o aradığın kişiyi bulacaksın. hatta gelip o seni bulacak. hem de anlaşmak için hiç uğraşmayacaksın, herşey yağ gibi akacak, tam olması gerektiği gibi. bi bakmışsın zorlanmadan, sevmiş seni, sen de O'nu. az kaldı."


inan bana o an, tüm yapabileceğim buydu. fazlasını yapamazdım. O'na sarılmam falan, yanında olduğumu hissettirmem hiç biri kar etmeyecekti çünkü. benim yaşadıklarımdan öğrendiğim buydu. fikirlerimi çok önemserdi. Bunu da önemseyeceğine emindim. kızarmış gözleri ile gözlerime baktı, "çok teşekkür ederim, iyi ki varsın." dedi. "hep yanındayım, iyi olacak göreceksin." dedim.

Şimdi Prenses hayatının erkeğini buldu ve evlendi. Prenses'e çok dargınım. Görüşmüyoruz artık. 1 yılı biraz geçti sanırım. Özlüyorum O'nu. İnsan çok değer verdiklerine, çok da kırılıyor demek ki. Olanlara rağmen Prenses ile bi gün hasretle kucaklaşacağımızı hayal ediyorum. bi gün özleme dayanamayıp bana bi alo diyeceğini.. İyi olacak biliyosun değil mi?




Hiç yorum yok: